2.5.07

Amerika nasıl bir yer? (bölüm 2)

Geçen gün radyoda duyduğum bir haberi anlatacağım bugün. Amerika'nın ünlü üniversitelerinden Caltech'te iki öğrenci kampüsteki zeytin ağaçlarından dökülen meyveleri kafalarına takmış. Hiçbir işe yaramadıkları gibi kaldırıma düşüp üzerlerine basılınca ortalığı berbat ediyormuş bu zeytinler. Öğrenciler de zeytinleri bir sorun yerine bir fırsat olarak görmeye çalışmışlar, sonunda zeytin yağı yapmaya karar vermişler. Zeytin yağını yapmada kullandıkları ilkel ama yaratıcı yöntemler hikayeyi bayağı ilginç yapıyor. İsterseniz İngilizce haberi NPR web sayfasından dinleyebilirsiniz.

Benim dikkat çekmek istediğim, Amerika hakkında fikir verecek olay öğrenciler zeytinleri toplarken oluyor. Yere bir tente serip sopayla ağaçların dallarına vurarak zeytinleri düşürüyorlarken yanlarından üniversitenin rektörü geçmiş. Rektör ne yapmış sizce? Ağaçlara zarar verdiklerini iddia edip, kızıp azarlamış mi? Güvenliği mı çağırmış? Hayır. Öğrencilere ne yaptıklarını sorup sohbete başlamış. Öğrenciler anlatınca da etkilenip, tadı güzel bir zeytin yağı üretebildikleri taktirde onları evine yemeğe davet edeceğini söylemiş.

Öğrenciye, yaratıcılığa ve emeğe saygı var burada.

20.4.07

Dil

Bugün İpodumda University of California at Berkeley'den bir podcast dinliyordum. Dilin ortaya çıkışı ve gelişimi anlatılıyordu. Dersi anlatan profesör dünyanın ücra köşelerinden birinde bulunan bir kabilenin dilinden bahsederken İngilizce kadar karmaşık olduğunu söyledi. Ama İngilizce'deki kadar çok sözcük yokmuş. Bu sözcük sayısı farkına neden olarak hakkında konuşacak o kadar çok şeyleri olmadığını verdi profesör. Bunu duyunca aklıma Türkçe'de de İngilizce'de olduğundan daha az sözcük olduğu geldi. Acaba bunun sebebi bizim de görel olarak daha az konuşacak şeyimizin olması mı?

Elbette ilkel bir kabile ile tarih boyunca bilmemkaç devlet kurmuş Türk milletini karşılaştırmıyorum. Ama kabile örneğinden yola çıkarak biraz fikir yürütmek mümkün. Profesörün "onların konuşacak o kadar şeyi yok" derken ne demek istediğini irdelemek lazım önce. İlkel kabile deyince aklıma avcı-toplayıcı modunda yaşayan, basit kulübemsi evleri olan, genelde tropik bölgelerde yaşayan, çoğumuzun belgesellerde gördüğü insanlar geliyor. Bu tip insanların hakkında konuşmayıp de bizim konuştuğumuz şeyler bilim, teknoloji, sanat ve felsefe gibi şeyler olur herhalde. İşte bu konular İngilizce ile Türkçe arasındaki farkın da sebebi olabilir. Sonuçta tarih boyunca bu konuların kimisinde az, kimisinde çok eserimiz oldu. Ama çoğunda İngilizce konuşanların bizden çok daha fazla eseri var ve bu konular üzerinde konuşarak geçirdikleri zaman çok daha fazla. Bugün teknoloji ve bilim ile ilgili terimlerimizin çoğunun İngilizce ve Fransızcadan geçmiş olması da buna bir işaret.

Dil, toplumun gelişmişliğinin aynası. Bu yüzden dilimize sahip çıkmamız lazım.

13.3.07

Amerika nasıl bir yer? (bölüm 1)

Köşe yazarlığının raconlarından bir tanesi de gidip gördüğünüz memleketleri yazmaktır. Ben bütçesi dar bir blog yazarı olduğum için böyle işlere giremiyorum. Ama Türkiye dışında yaşadığım için halihazırda olduğum yeri satabilirim diye düşündüm. İşte bu nedenle Amerika'nın ilginç bulduğum yanlarını arada bir yazmaya karar verdim.

Bugün "Amerika nasıl bir yer" dizimize başlıyoruz. İlk konumuz araba kültürü. Ülke utanmadan bir kıtanın bir ucundan öbürüne uzandığı için bayağı büyük. Yeri bol bulan Amerikalılar da geniş geniş yaşıyorlar. Birkaç büyük şehrin merkezi dışında gökdelen pek görülmüyor çünkü yukarı doğru inşaaya gerek yok, yatay olarak yer bol. Ama tabi bu durumda her şey birbirinde uzak oluyor ve ülkenin çoğunda arabasız yaşamak mümkün olmuyor. İşe, alışverişe, sinemaya, neredeyse her yere arabayla gitmek gerekiyor. Arabada bu kadar zaman geçirince insanlar, çeşitli hizmetler de insanların arabadan inmesi gerekmeyecek şekilde sunuluyor. Fast food lokantalarının araba servisini Hollywood filmlerinde görmüşsünüzdür. Aynı şekilde banka servisi (ATM de var, ama normal vezne de var bazı yerlerde), kuru temizleme, kahve/donut dükkanı hizmetlerini arabanızdan inmeden, "drive-thru" şeklinde alabiliyorsunuz. Duyduğum kadarıyla güney eyaletlerde içki dükkanlarında bile drive-thru varmış.

İş özel sektörde de bitmiyor. Amerika'nin posta kurumunun da yol kenarında arabanızdan inmeden mektup atabileceğiniz posta kutuları var.

8.3.07

Türkiye'de Youtube'un yasaklanması

İstanbul'da bir mahkemenin kararıyla Türkiye'de Youtube'a erişim yasaklanmış. İfade özgürlüğünden bahsetmeye gerek bile yok. Ama burada yüzümüze çarpılan başka bir şey var, o da hukukçularımızın çağın ne kadar gerisinde kaldığı. Kitap yasaklar gibi web sayfası yasaklamışlar. Aradaki farkı anlayamıyorlar. Anlayamadıkları gibi, daha pratik, basit ve medeni çözümler de akıllarına gelmiyor. Youtube gibi kullanıcılarının içeriğini yayınlayan web sayfalarında sizi rahatsız eden içerik bulduğunuz zaman yapmanız gereken şey, web sayfasını işletenlere başvurup rahatsızlığınızı dile getirmek ve o içeriği kaldırmalarını istemek. Çoğu zaman bu inanılmaz kolay ve medeni yöntem istediğiniz sonuca ulaştırıyor. İşe yaramadığı durumlarda da web sitesini dava etmeyi deneyebilirsiniz. Ama ülkenizin bu konuyla alakalı hiç bir suçu olmayan vatandaşlarını, Youtube'a erişimlerini kapatarak cezanlandırmanın akla mantığa sığan bir yanı yok. Tek yaptığımız, anlayışsızlığımız ve beceriksizliğimiz ile aleme rezil olmak.

7.2.07

Mest Rakı

Bugün gazeteler Mey İçki'nin yeni ürünü Mest Rakı'yı yazıyor. Sadece rakı marka ve çeşit sayısının artmasını iyi haber olarak görüyorduk eskiden ama artık fark getiren ürünler arıyoruz. Mest bu yönde bir adımmış gibi duruyor, bu bakımdan sevindim.

Gazetelerde çıkan haber süslü reklamlarda özellikle tek üzüm çeşidinin kullanımı vurgulanıyor. Başlıkları görünce ilk aklıma gelen üzüm çeşidinin distile bir içkide, özellikle de anason gibi kuvvetli bir baharatla tatlandırılan bir içkide önemsiz olacağıydı. Ama Mest'te anason aromasını azaltmışlar, seçilmiş üzümlerin tadının ortaya çıkmasına izin vermek için. Eğer fark hissedilirse, seçilmiş üzümden yapılan rakı üst kalite grubuna girecek. Güzel şişesiyle beraber bu da şık ortamlarda rakı içmek isteyenlere daha fiyakalı bir seçim olmasını sağlayacak.

Anason tadının azaltılmasının getirdiği ikinci bir artı da Mest'in daha geniş kitlelere (açıkca, rakının gerçek tadından fazla hoşlanmayanlara) hitap edebilecek olması. Hem iç pazarda yüksek pay elde edebilir, hem de daha önce rakıdan keskin anason tadı yüzünden kaçan bir grubu rakı içenler arasına katabilir. Ek olarak, rakının yurtdışına tanıtımında da hafif anason tadı işi kolaylaştıracaktir.

Tekel kalkıp rakıda çeşit artmaya başladığından beri ikinci büyük hareket olabilir üzüm çeşidi. İlk başta Tekirdağ ile daha tatlı rakılar ortalığı kasıp kavurmuştu. Daha çok şeker hem tatlılığı arttırdığı hem de anason tadını bastırdığı için başarılı olmuştu. Sonra yaş üzüm kullanımı başladı ama o çok büyük bir etki yaratmadı. Şimdi üzüm fikri hem çeşit seçerek hem de anasonu azaltıp üzüm tadının ortaya çıkmasına izin vererek bir sonraki aşamaya taşınıyor.

Mest Rakı, Türkiye'nin sadece raki pazarı için değil, genel olarak içki kültürü için güzel bir adım olabilir. İçilen içkinin her yönünde kalite ve özen arama fikri insanlar arasında yayıldıkça ürünler güzelleşecek çünkü.

25.12.06

Tatil eğlencesi / kedi

Yazarımız tatil nedeniyle tembellik yapmaktadır. İnşallah yakında köşesine dönecek. O zamana kadar aşağıdaki kediyi izleyip eğlenebilirsiniz.


17.11.06

Amerika'da polis şiddeti

Geçen salı, bir University of California at Los Angeles (UCLA) öğrencisi okulun kütüphanesinden çıkması istendiğinde çıkmadığı için polis şiddetine mağruz kaldı.

Olayla ilgili ayrıntıları Türk basınında veya Daily Bruin sayfasında (İngilizce) okuyabilirsiniz. Benim anladığım kadarıyla öğrenci, kütüphane görevlileri tarafından yapılan kontrolde kimliğini gösteremediği için kütüphaneyi terketmesi isteniyor. Terk etmeyince de polis çağrılıyor. Polis geldiğinde kütüphaneden çıkmakta olan öğrenciyi gelen iki polisten biri kolundan tutunca öğrenci "bırak beni" diye bağırıyor. Polisler ise buna karşılık ona "tazer" ile elektrik şoku uyguluyorlar. Öğrenci polise karşı koymadığını, kütüphaneyi terkedeceğini söylüyor ama polisler en az iki kere daha elektrik şoku uyguluyorlar.

Amerika'da son yıllarda polisler arasında hiçbir ters söze ya da davranışa dayanamayan, en masum hareketleri dahi provokasyon kabul edip aşırı şiddet uygulayan bir grup oluştu. (Oluştu diyorum çünkü uzun zamandır polisi takip ediyor değilim, yani bu eski bir davranış biçimi olabilir ama ben yeni farkettim.) Bu tip bir polisle karşılaştığınızda kanunların bir önemi kalmıyor, haklarınız yok oluyor. Polislerin kabul edecekleri tek davranış söyledikleri herşeyin harfiyen yapılması; bu kanunlara aykırı olsa, haklarınızı ayaklar altına alsa ve size zarar verecek olsa dahi. Aksi takdirde hiç çekinmeden cop, biber spreyi veya elektrik şok ile sizi etkisiz hale getirecek ve bunun da ötesinde sinirlerini size acı çektirerek geçirecekler. UCLA'deki öğrencinin elleri kelepçelendikten sonra kıçından uzun süreli elektrik şoku uygulanmasının başka hiç açıklaması yok.

15.11.06

Başarı

Köşe yazarlığının temel unsurlarından biri de bir konuda yazdıktan sonra konu başkaları tarafından tartışılmaya başlandığında " ben ta zamanında bunu yazmıştım" ya da "bunu ilk ben yazmıştım" demektir.

Geçen yazımda, bugünlerde Amerikan basının gündeminde olmayan bir konudan, savaş resimlerinden bahsettim. Bu sabah NPR* dinliyordum ki bir programlarında aynı konuya bir saat ayırmışlar. Gördüğünüz gibi şimdiden çok başarılı bir köşe yazarıyım.

---
*NPR: national public radio, devlet ve halktan bağış ve üyelik yoluyla para toplayan, kar amacı gütmeyen, halk için bir radyo kanalı.

13.11.06

Savaş görüntüleri

Amerikan basınında Irak Savaşı'nin ilk başladığı zamanlarda önemli bir tartışma yer aldı: savaşta ölen ve yaralanan Amerikalı askerlerin görüntüleri televizyonda ve gazetelerde yer almalı mı?

Hükümet, halkın ve askerlerin moralinin yüksek tutulması için Amerikalı yaralı ve ölülerin gösterilmemesi gerektiğini savundu. O günlerde yoğun olan milliyetçi duygular çoğu insanı hükümetin yanında yer almaya itti. Tartışma savaşla ilgili gelişmeler oldukça arka planda kalmaya başladı ve zamanla unutuldu. Yıllardır süregelen savaşın ölü ve yaralı içeren görüntüleri genel olarak başında yer almıyor.

Savaşın sonuçlarını halktan saklamak ahlaksızlık. Savaşa girip girmemek çok önemli ve çok ağır bir karar. Bu kararı verirken ve verdikten sonra, savaşa girmenin yararları kadar zararlarını da bilmek lazım ki hangi sonuç için hangi fedakarlığın yapıldığı iyi anlaşılsın. Eğer insanlar savaşın en ağır sonuçları olan ölü ve yaralıları görmezlerse, yaptıkları fedakarlığın farkında olmayacaklar. Bunu kimsenin bile bile kabul etmesi mümkün değildir. Savaş kadar önemli bir konudaki kararı vermeye çalışan insanlardan çok önemli bilgileri saklamak da ahlaksızlık değilse nedir?

1.11.06

Muazzez İlmiye Çığ / başörtüsü davası

Muazzez İlmiye Çığ'in davası hakkında yazılıp duruluyor. Çoğu yazıda başörtüsünün Sümerler'de fahişeler tarafında kullanıldığını söylediği için kendisine dava açıldığı geçiyor. Buna karşı Hürriyet köşe yazarlarından Ahmet Hakan ise " 'çok kaba', 'çok sorumsuz', 'çok incitici' ve 'çok ölçüsüz' bir yazı kaleme [aldığı]" için kendisine dava açıldığını söylüyor.

İşin garip yanı kimsenin davanın gerçekten hangi sebeple açıldığını söylemiyor olması. Çığ'ın söylediği sözün hangi kanunu ne şekilde ihlal ettiğini belirtmeden konuyu tartışmak mümkün değil bence. Çünkü söylediği sözün ne olduğu kadar, sözün kanunlarla olan ilişkisi ve bu ilişkinin savcılar tarafından nasıl yorumlandığı önemlidir. Ama kimse bu konuda yazmıyor ve bir tartışmanın en temel ögesini tanımlayamayan insanların yazılarını biz okuyoruz. Hakikaten herkes köşe yazarı olabilir.